AKŞEHİR GÖLÜ HİKAYELERİ
- Hasan Parlar
- 8 Şub 2021
- 4 dakikada okunur
Gölde, 20 - 25 sene çalışanların hikayeleri dururken, benim gibi yazdan yaza, turist gibi birkaç ay çalışan birinden göl hikayesi anlatayım. (Yaz aylarında balıkçılık kolaydı, birde kışın görecektin, nasıl zahmetliydi deyişinizi duyar gibiyim.)
*** Taşköprü de yüzme bilmeyen erkek çocuk yoktu, çoğu daha ilkokula başlamadan yüzmeyi öğrenirdi. Yüzme yerleri, Naim’in evin arkası, Aşlak’ların evin yanı (Korucu İbrahim’in daha sonra Ali Osman Doyran'ın (devlet) evinin köprü tarafı), köprü, köprünün hemen yakınında toprak çukurlarının yanı ve harman zamanı karşı mera tarafıydı.
Aşlak’ların evin yanında, akarın karşı yakasında kamışlık vardı ve kamışlara kadar kim dalarak gidebilecek diye yarışılırdı ve Embiya Özer her zaman, en uzağa dalan olurdu, neredeyse armut ağacının yanından çıkardı.
Türkmen Musa’nın çocuklardan biri (herhalde Hacı’ydı), büyük bir Naylon poşeti şişirip, kafaya geçirip boğazından sıkarak, uzun mesafeye dalmaya ve dalgıçlık yapmaya kalkışmıştı. Su da boğulmaktan önce, havasızlıktan boğulmaktan zor kurtardılar kendisini.
*** Akşehir gölü ve Akarçay’da Sazan, Turna ve bizim Çapak dediğimiz, aslı, tatlı su kefali olan balıklar bulunurdu. Çapak balığı pek makbul değildi, çok kılçıklı bir balıktı, tutulursa daha çok çorbası yapılırdı. Taşköprü'de göl taşmadan önce ağlarla balıkçılık yapanlar az sayıda aileydi. Daha çok çiftçilik ve hasırcılık yapılırdı. Gençler arasında olta ile balık tutanlar olurdu. Sazan için tek olta dediğimiz, tek kancalı, ucuna solucan takılan, ağırlık kurşunu ve bir mantardan oluşan misinalı oltalardı, atılıp balık beklenirdi. Turna ise dişli balık olduğu için, kaşık olta dediğimiz, dönerli bir kaşık ve ucunda üçlü kanca (Zoka) bulunan oltalardı. Yerli kaşık oltalar kromajlı, yemek kaşığı büyüklüğünde kaşığı olan oltalardı, makbul olan Amerikan olta denilen, renkli dıştan dönen kelebek kanadı şeklinde kaşığı olan oltalardı. Kaşık oltalar savrularak atılır ve çekilerek balık oltaya saldırırsa, yakalanırdı. Kancalarda iç tarafında damak bulunur, balığa takıldığında geri çıkmazdı, ancak balık eti yırtılarak çıkabilirdi. (Modern, makinalı, fiber kamışlı oltaları, çok sonraları gördük). Göl taştıktan sonra zaten, çiftçilik bitti, herkes ağ balıkçılığına başladı.
1968 yılı yazında, Akarda, armut ağacının köy tarafında, Aşlaklar'ın ev hizasında, akarın hafif dönüş yaptığı yerde Musa Parlar ve Osman Aksoy kaşık olta atıyorlardı. Hemen arkalarında 2 - 3 metre geride küçük bir set vardı ve Hasan Parlar ile kardeşi Mustafa oturmuşlar onları seyrediyorlardı. Osman’ın olta yerli kaşıklı oltalardandı ve Akar'ın armut ağacı tarafına doğru oltayı savurarak, çevirip fırlatıyordu, 20 - 30 metre kadar misinası vardı. Bu fırlatmalar sırasında, bir defasında tam fırlatma anında Osman dayı, misinanın üzerine bastığından, olta hız kazandığı anda, o hızla geriye savrularak, benim sol yanımdan sırtıma dolanıp, ‘’şırrak’’ diye sağ sırt omzuma yapıştı. Üzerimde kısa kollu bir gömlek (Entari) var. Ne olduğunu tam anlayıncaya kadar, olta sırtımda takılı kaldı, çıkmadı. Osman dayı ve Abim baktılar, önce nasıl olsa çıkar edasıyla, önemsemeden şöyle bir yokladılar, Hayır çıkmıyor… Çıkartamadılar... Bende panik başladı, abim bana kızıyor, ayak altında ne işiniz var diye. Onlar çözüm bulamayınca misinayı, tahtasına toplayıp elime verdiler… Ben ‘’ana be… ana bee…’’ağlaya ağlaya, olta misinası elimde, zokası sırtımda, evin yolunu tuttum. Eve yaklaşınca Salih Parlar amcamların kapı önünde, sesime anam geldi, babama seslendi, amcamın oğlu İsmail Parlar geldi.
İsmail abim (Parlar) İlkokul öğretmeni, köyde o zamanlar okumuş insan pek yok, okumuş diye ona güveniyorum. Ağlama sesime ve kalabalığı gören birkaç kişi daha geldi, Yörük Mehmet’ Gencer'de orada ( Bir hafta sonra da Öğretmen Okulu sınavı var, ona katılacağım.). Arkam da olanları tam göremiyorum, gelen şöyle bir yokluyor, çıkmıyor... Gömleği yırttılar, rahat görmek için, geri kanırtıyorlar damak kurtarsın diye, yok çıkmıyor, eti yırtsın diye yukarı kaldırıyorlar, beni yerden kesiyor, et yırtılmıyor...
Ben bağırıyorum ‘’ Yörük Mehmet çıkarmasın be… İsmail Abim çıkarsın bee…’’ yok çıkmıyor… Dediler jilet yok mu, jilet getirin eti keselim... Allah bende bir panik, sesim avaz avaz… biri jilet almaya gitti… bu arada herkes bir şansını deniyor. Ben, kim uğraşıyor göremiyorum zaten, artık nasıl oldu, Yörük Mehmet Ağa’nın elindeydi herhalde, birden ‘’ aha çıktı bee…’’sesi duydum. Musa Abim akıl veriyor, kanı emin, kanı emin, pis kan içerde kalmasın, tetanos olmasın… Ulan tetanos ne kii, vay başıma gelenler… benim sesim kısılmış, iç çekerek ağlıyorum artık…
Öncesinde, bazen bende olta sallıyordum. Bir daha hiç olta atmadım, elime bile almadım. Sonraları zaten göl taştı, herkes ağlarla tutarak balıkçı oldu, oltaya ihtiyaç kalmadı. Günümüzde ise Akşehir gölü kurudu, balık kalmadı.(alma mazlumun ahını hesabı…) Ara sıra Bursa Uluabat gölü kenarında, Gölyazı köyüne gittiğimizde, turna, sazan, kerevit görüp, hasret gideriyoruz.
*** Adem Kula Dayı, Taşköprü'nün en iyi avcılarından biriydi. Ankara’dan Faruk diye bir avcı ve grubu Taşköprü'ye geliyorlar ve Adem dayı onlara refakat ediyordu. Bazen NATO’da görevli Amerikan askerleri de ava gelirdi. Türkiye'de hiç görmediğimiz otomatik tüfekleri olurdu ve üzerinde COKE - Coca Cola yazan teneke kutularda bilmediğimiz içecekleri olurdu. (O zamanlar Türkiye’ye Kola daha gelmemişti. 1964 te geldi.).
1970'li yıllarda Adem dayı rahatsızlandı ve Faruk’un yardımıyla Ankara Üniversitesi hastanesinde büyük bir ameliyat geçirdi. Sonra Taşköprü'ye döndü ve eskisi gibi ava çıkamaz oldu. Faruk gene 5 - 6 kişi ile ava köye gelmişti, gelenlerden biri Adem dayıyı ameliyat eden Ankara'dan Profesör doktordu (İbrahim Ceylan. Bunlar ava çıkmak için üç kayık (sandal) ayarlarlar. Mustafa Parlar'da bunlardan biridir, Bizim doktor onun kayığa denk gelir.
Üç kayık arka arkaya göle açılırlar, akardan, büyük aynayı geçip, ak kenarına vardıklarında doktorda sıkıntılı bir durum çıkar, kıvranmaya başlar. Motor sesinden tam derdini anlatamaz. Mustafa motoru durdurur, Doktor sıkıntılı bir yüz ifadesi ve karnını tutar bir şekilde, midem bozulmuş der, tuvalete girmem lazım, hemen geri dönelim…
Haydaaa… sırası mı şimdi… Mustafa, Hocam der; gidip gelmemiz bir saatlik yol, gidemeyiz, ön grubu bir daha yakalayamayız… Doktor ısrar eder geri dönelim diye, Mustafa motoru çalıştırır, sürer kamışlığın içine, motoru durdurur, ‘’hocam kamışlara takıldık gidemiyoruz’’ der.’’ Ben çıkarmak için uğraşırken sen geç ön tahtanın üzerinden işini gör’’ der…Hoca’nın başka çaresi kalmaz, mecbur kalır…
Doktor rahatlar… Mustafa kayığı çıkarır, ön grubu uzaktan takip ederler. (Ulan biz alışkınız, göl de bize aşina, ne zaman ki, Profesör, Akşehir gölüne sıçtı, göl bir daha iflah etmedi…) .... ŞAKA ŞAKA ....
Not: Resimde (soldan) Adem Kula, Avcı Faruk ve arkada Ali Kula)

Comments