TAŞKÖPRÜ'DE ESKİ SOKAK OYUNLARI:
- Hasan Parlar
- 6 Şub 2021
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Tem 2021
TAŞKÖPRÜ DE ESKİ SOKAK OYUNLARI:
1960’lı yıllarda, Taşköprü kendi yağıyla kavrulan, dış dünya ile bağlantıları kısıtlı olan bir yerleşim yeriydi. Çocuklar ve gençlerin kendilerine özgü ve zamanın şartlarına uygun oyunları vardı.
Bayramlar genellikle Şahsine ninenin avluda yapılır, Herkes bayramlıklarını giyer, temiz pak, olarak, genellikle bayramların ikinci, üçüncü günleri bayram yerinde toplanırlardı. Bir adet dönecek vardı (Bir çeşit atlıkarınca). Genç kızlar iki uçtan, kollarıyla tutunarak, karınları üstünde döneceğe yaslanarak, ayaklarıyla yerden destek alarak zıplatarak dönerlerdi. Bu sırada genç delikanlılar orta direk yanından elleriyle hızlıca çevirmeye gelirlerdi.
Kızların grup oyunları, yağ satarım bal satarım, bezirganbaşı, istop, ip atlama gibi oyunlardı.
Erkek çocukların daha küçükken çamurla oynamışlıkları muhakkak vardır. Etrafta çeşmeler, karasu ve akarçay olduğundan, ortam müsaitti. Yaz aylarında, Her çocuğun bir Patlangaç macerası vardır. Tabii eve gelince üst baş çamur içinde olunca, işitilen azar ve yenilen dayakla biterdi macera.
Biraz daha büyüyünce, misket, Beştaş, seksek, saklambaç, Topaç (Fıçça), gazoz kapaklarıyla, Artist veya futbolcu resimli kartlarıyla pişti oynamak vardı. Bu kartlar genellikle sakız ya da şekerlemelerin yanında, ambalajdan çıkardı. Davut Kula’nın artist kartları çoktu, Belgin Doruk, Kartal Tibet, İzzet Günay… isimleri o zamandan aklımda kalmış.
Sokakta ise çelik-çomak, dokuztaş, yakartopu, alıç-kılıç grup oyunlarıydı. Tek kişilik olarak Cırıldak (çember) çevirme, patpat (balkabağından) çevirme hiç bir şey yoksa bir karış tozlu yolda bir ağaç dalıyla tozutarak koşmak yeterliydi.
Kışları ise Halil Bellek’lerin evin yanından, tepeden aşağı kızakla kaymak eğlenceliydi. Önceleri arkadan yola doğru kayılırken, sonraları köy tarlasına doğru kayılmaya devam edilmişti. Tepe bize bayağı yüksek gelirdi o zamanlar.
Şimdi aklıma gelince gülüyorum, alıç-kılıcın tekerleme gibi sayma şekli vardı. Bir anlamı oluğunu bilmeden söylenirdi. Şimdi okuyunca, ayıplı kelimeler içerdiği görülebilir.
‘’Alıç, kılıç, 43,44,45….48,49,50, belli, damdalı, dana *burnu*, cartul, curtul, sıçta, kurtul.’’ Kısa oyun 43’ten başlardı, uzun oyun 13’ten başlardı. İlk başlangıçta 5-6 metreden, oyun taşları, yuvarlak taşa doğru atılır, en yakın olan, oyuna önce başlar. Oynayanların birer yassı taşları vardır(yaklaşık 15.cm çapında, 15,20.mm.kalınlığında,) ve ortadaki yuvarlak, yumurta büyüklüğünde taşa (loza) vurdurularak, yuvarlak taşın gitme mesafesi ayak, ayak yukardaki tekerleme ile sayılırdı. Kim önce sona ulaşırsa oyunu kazanır, sonra yeniden başlanırdı. Şevket Özer bu oyunun en tanınmış oyuncusuydu. Annesinin peynir taşıyla oynuyor derlerdi.
Delikanlı erkek çocukları, sokakta, sokak futbolu ya da voleybol oynarlardı. Voleybol bir ara İzzet’lerin evin arkasında sokağa kurulmuştu. Bir ara Fellahların arsada oynanmıştı. Bu oyunların müdavim seyircisi Murat (Somuncular) dayı ve Kabiloviç (Kabil Karaoğlu) idi. Murat dayı genellikle ayakta seyreder, servis atılırken veya topa vurulurken, kendini oyuna kaptırır, ayağını kaldırır, elini kolunu topa vuruyormuş gibi hareketler yapardı. Yanımızdakini fısıltıyla uyararak gösterirdik, ‘’ Murat dayı’ya bak’’ diye…
Çoğumuz bilmez belki 1980’li yıllarda Hürriyet gazetesinin düzenlediği İstanbul’da ‘’Dedeler yarışı’’na katılmıştı Murat dayı, iki sefer. Dereceye girememişti ama hevesini almıştı en azından. Üçüncü sene gittiğinde kalp sağlığı yönünden doktorlar izin vermemişlerdi.
Gençliğinde (tahminen 1953 yılı Cumhuriyetin 30.yılı olmalı) Sultandağında kır koşusu düzenleneceği duyurulur. Bir cumartesi günü Murat dayı da Pazar alışverişi için kasabadadır. Haber duyulunca ‘’ Murat aga, sende koşsana’’ diye köylüler haber verirler. Kırca köyünden, Sultandağına kadar koşulacak (tahminen 3km.lik yol), ve kazanana köstekli saat (hani şu zincirli, kapaklı, yeleğin cebinde taşınan) verilecektir, o zamana göre kıymetli bir ödül. Yarışacaklar gelen bir kamyonetin kasasına doluşurlar, Murat dayı da atlar kasaya… O zamanın memur tayfası eşofmanlı, şortlu hazırlıklı gelmiş, Murat dayı günlük kıyafetiyle… Yarış başlar… daha yolun yarısında memur takımı dökülür yollarda…önde iki kişi kalırlar… Bitiş çizgisine Murat dayı birinci girer ve yarışı kazanır. Arkasından gelenleri köylüleri karşılar, ve tebrik ederek üstlerine ceket, atkı falan sararlar. Murat dayıyı karşılayan yoktur. İzzet Özer uzaktan görür, hemen üzerindeki ceketini çıkarır, Murat dayının üzerini örter, koluna girer. O kargaşa içinde bizimkiler Pazar yerine dönerler, saat falan unutulur, yetkili ya da yetkisiz bir daha da kimse saat lafını etmez.
Facebook’ta Ebrar Kenan’ın ( Zeynep Kenan (Sağdıç)’ın torunu) paylaştığı eski Taşköprü fotoğraflarını görünce aklıma geldi. Hatıralar, yaşayanlarda iz bırakıyor, Ne günlerdi Tanrım, o günler, bir avuç mutluluğa bir ömür alıp gittiler…
Not: Ek'te bir adet dönecek (Anadolu'nun değişik yerlerinde ''Gıncırak'' denir) görülmektedir

Comments