top of page

HARUN BAA (BAĞI):

HARUN BAA (BAĞI):

Taşköprüde 1965-1980 yılları arasında, Köyün çok hareketli olduğu bir dönem, göl taşmış, kimisi gölden kurtulan tarlasında çiftçilik yapmaya çalışıyor, kimisi balıkçılığa başlamış, geçim için hasırcılık ön plana çıkmış, bir yandan da Almanya ya işçi göçü başlamış.

Özellikle 1965-1970 arasında, göl taşınca genellikle çiftçilik yapan köylü geçim derdine düşmüştü. Genellikle yan iş gibi görünen hasır otu ve hasırcılık nerdeyse geçim yolu haline gelmişti.

Haziran sonu ,Temmuz ayında, düztaban kayıkla, orakla biçilirdi. Tam yaz sıcağı olduğu için, omuz boyundan derin olmayan yerlerde, su içine girip de biçenlerde olurdu ve genellikle düztaban dediğimiz kayıklarla biçilir ve taşınırdı, bu kayıklar sırıkla sürülürdü. İyi doldurulmuş bir düztaban 30-40 bağ hasır otu alırdı. Motorlu kayık denilen omurgalı kayıklar 10-15 bağdan sonra dengesi bozulur, fazla ağır yük taşımazdı.(Yaklaşık normal bir bağ hasır otu 40.kg gelse, düztaban 1500.kg. ağırlık taşıyabilir). Bağlar yine ince hasır otundan ya da karakufa denilen otlardan bağlanırdı.

Nedendir bilinmez niye bu kadar ağır yaparlardı ama bu ağır bağları kayıktan kurutma yerlerine taşımak bayağı zor olurdu. Omuz üstü ya da sırtta, iki büklüm ancak taşınabilirdi. Daha çok Akarın kenarlarına, karşı meraya yayılır ya da, bahçe, avlu gibi yerlerde 10-15 günde kurutulurdu. Yeşil taraf kalmasın diye de bir defa çevrilir, tam kuruyunca rengi zaten açık sarı, bej rengini alır ve yeniden bağlanırdı. Bu bağlar yaklaşık 60.cm çapında olur ama kuru olduğu için çok ağır olmazdı.

Hasır otu bağları çocuk ve gençlere bayağı ağır gelir ve ancak sırtlarında taşıyabilirlerdi.

Yusuf Kıldı (Ördek Yusuf) genellikle hasır ticaretini yapanların köydeki aracısıydı. Onlar adına hasırları satın alır, toplar ve genellikle demiryolu ile alıcılara sevk ederdi. Biraz daha gençken kendisi de hasırcılık yapmıştı, o zamanlar oğlu Harun daha yeni yetme delikanlı gençlik zamanı, Yusuf amca hasır otu biçerken oğluna kıyamaz, bağları küçük küçük yaparmış. İşte o zamanlar, taşımakta zorlanan gençler ‘’ Bu kadar ağır yapmasanız ya şöyle Harun bağı kadar olsun’’ veya kayıklarda küçük bağ görenler hemen birbirlerine takılırlar ‘’ Ooo gene Harun bağı yapmışsın’’ gibi…

Hasır dokumanın bir uzunca süreci var tabi… Kuruyan hasır otları kapalı bir alanda toplanır, kullanılacak hasır otları ayrılarak özü çıkarılır. Kalın özler keskin bir bıçakla ikiye boylamasına kesilir ve bağ şeklinde su içinde ıslatılır. Genellikle baba ya da anneler tarafından akşamları, Keleve denen çıkrık ile örerek Eriş dediğimiz ottan ip yapılırdı. Genellikle akşam yemeğinden sonra akrabalardan ya da komşulardan oturmaya gelen olur. Eriş kıvratılırken, hem konuşulur, hem çay içilir, hem de Sofya radyosundan Türkçe yayın takip edilip, istek yapanlar ve Kadriye Latifova dinlenirdi.

‘’Alişimin kaşları kare, Sen açtın sineme yâre. Bulamadım derdime çare Görmedin mi ah civan alişimi Tuna boyunda…


Evleri var hane hane

Benleri var tane tane

Saramadım kane kane

Görmedin mi ah civan alişimi

Tuna boyunda…


Evleri var yol başında

Benleri var sol kaşında

Saramadım genç yaşında

Görmedin mi ah civan alişimi

Tuna boyunda…


Türküsü vazgeçilmezdi. Söylendiğinde herkeste bir hüzün, bir dalmışlık olur, Balkanlarda doğanlar, dalar giderlerdi çocukluklarına…


Sabahında, erkenden İnekler sağılır, çobana katılır, erkekler Hasır tezgahında erişleri bağlarlar ve tarlaya ya da göle gittiğinde genellikle genç kızlar ve anneler hasır tezgahının başına geçerlerdi. Radyolar bu sırada çalışmaya eşlik ederdi.


Hasırın sıkı dokunmuşu makbuldü. Taşköprüde düz hasır dokunurdu. En sıkı hasırları Tayyip (Taşkın)ın kızları ve Talibin Ali(Parlar)’ın kızları dokurdu ve genç kızlar arasında bu konuda rekabet olurdu. Sıkılığı tarif için ‘’ Yumruğu vurduğun zaman arkaya geçmeyecek kalitede’’ denir, sıkı hasır sarmadan dik tutunca sağa sola kolay bayılmazdı.

Bir hasırın dokunması yaklaşık 5 saat kadar sürerdi. (1250x2500)mm. ölçülerinde bir hasırda yaklaşık (20-24) adet çözgü ( eriş) ve (600-750) adet atkı, hasır otu (kabuk olarak) bulunur. Dolayısı ile en az altıyüz kere mekik çekermiş gibi hareket olurdu. Bu kadar zahmetli bir iş hemen hemen hergün tekrar ederdi. O yıllarda yeni öğretmen olan İsmail Parlar ‘’ Her gün bir hasır dokunduğunda kazanılan gelir, bir öğretmenin maaşı kadar’’ demişti.

Yaklaşan bayram, nişan, düğün gibi zamanlarda ek gelir sağlamak için günde iki hasır dokunduğu günlerde olurdu. Ama bu tempoya herkes dayanamazdı.

Bizler öğrenci olarak okuduk da, sizleri bilmem ama en azından benim için geçerli, yokluk zamanı, işte böyle hasır parasıyla okuduk. Ablalarımızın, kız kardeşlerimizin, Anamızın, babamızın hakkını ödeyemeyiz.

 
 
 

Commenti


©2021, Hasan Parlar tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page