top of page

ATATÜRK DÖNEMİNDE BALKAN GÖÇMENLERİNİN İSKAN ÇALIŞMALARI (1923-1938):

ATATÜRK DÖNEMİNDE BALKAN GÖÇMENLERİNİN İSKAN

ÇALIŞMALARI (1923-1938):


Göçmenlerin İskânı:

Atatürk döneminde Türkiye’ye gelen göçmenlerin iskânını 1923-1933 ve 1934-1938 şeklinde iki ayrı kesitte incelemek gerekmektedir. Nitekim iskân edilen göçmenlerin statüsü böyle bir ayrımı zorunlu kılmaktadır. İlk dönemde göçmenler çoğunlukla “serbest göçmen” olarak kabul edilmişken, ikinci dönemde gelenler “iskânlı” statüde işlem görmüşlerdir.

“serbest göçmen” : Hükümetten yardım talep etmemek şartıyla, istediği yere yerleşme hakkı verilen kimseler için kullanılan tabir.

“iskânlı göçmen”:Hükümet yardımıyla iskân edilen ve gösterilen iskân mıntıkasında belli bir süre oturmak şartını kabul eden kimseler için kullanılan tabir.

1. 1923-1933 Dönemi İskân Çalışmaları:

Yeni devletin temellerinin atıldığı ve bütçe imkânlarının oldukça sınırlı olduğu bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti vasıtasıyla tüm olanaklarını Yunanistan’dan gelen mübadil Türklerin göç ve iskânı için seferber etmiş durumdaydı. Dolayısıyla bu şartlar altında Balkan ülkelerinden gelecek göçmenlerin iskân işlemlerinin devlet eliyle yürütülmesi pek de imkân dahilinde değildi. Nitekim bu yüzden yukarıda da ifade edildiği üzere bu dönemde Balkanlardan gelecek Türk göçmenler için serbest göçmen olma, diğer bir ifadeyle iskân hakkı talep etmeme şartı koşulmuş ve bu şartı kabul edenlere ülkeye yerleşme izni verilmiştir.

Dolayısıyla bu durumda göçmenlerin ülkeye giriş yaparken yaşamlarını idame ettirecek bazı maddi olanakları da beraberlerinde getirmeleri gerekiyordu. Zaten hükümetin de bu hususu gelecek göçmenlere ön koşul olarak sunduğu tespit edilmektedir. Örneğin Ekim 1925’te Bulgaristan’la yapılan bir sözleşme ile her ne kadar Bulgaristan’daki Türklerin hiç bir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın Anadolu’ya serbestçe göç etmeleri kararlaştırılmışsa da, Türkiye Hükümeti almış olduğu bir kararla Yugoslavya’dan gelen göçmenler gibi Bulgaristan’dan gelenlerin de beraberinde belli miktarda bir para bulundurmasını istemiştir. Bu dönemde Romanyalı Türk göçmenler de yine aynı koşulla Türkiye’ye gelebilmişlerdir.

Uygulamaya göre göçmenlerden öncelikle iskân yardımı talep etmediklerine dair bir taahhüt senedi alınmakta ve bundan sonra kendilerine yerleşme hakkı verilmekteydi. Hükümet çoğunlukla iskân mıntıkasının neresi olacağına karışmamakta, göçmenlere bu noktada serbestiyet tanınmaktaydı. Göç ve iskân işlemleri bu şekilde yürütüle dursun, 1927 yılı sonlarından itibaren göçmenlerin yerleştikleri mıntıkalardaki mülkî idarecilerden gelen raporlar söz konusu sistemin pek de istenildiği biçimde işlemediğine dikkat çekiyordu. Nitekim raporlara göre göçmenlerin büyük bir çoğunluğu yeterli maddî imkâna sahip olmadığı halde sırf ülkeye giriş yapabilmek için iskân yardımı almayacağına dair taahhüt senedi vermekte, ancak bir süre sonra bunlar doğal olarak muhtaç duruma düşmekteydiler.

Raporlarda göçmenlerin ev, arazi ve tohumluk talebinde bulundukları dile getirilmekteydi. Bu durum karşısında hükümet zorunlu bir biçimde 1926 İskân Kanunu’nun 5. ve 6. maddelerini esas alarak gerekli yardımı yapmak üzere çalışmalara başladı. Nitekim söz konusu maddelere göre 1 Temmuz 1926’dan sonra Türkiye’ye gelen muhacir ve mültecilerden “cidden muhtaçı muavenet” durumda kalanlara, arazi verilmesi gerektiği ifade edilmişti.

Hükümet bu esas uyarınca 1928 yılından itibaren Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan gelen göçmenlerden muhtaç durumda kalanlara bütçe imkânları doğrultusunda iskân yardımı yapmaya çalışmıştır. Bu dönemde gelen göçmenlerin nerelerde, ne miktarda yerleştiğine dair sağlıklı bir rakam vermek mümkün olmamakla birlikte, toplam 243 bin18 göçmenin çoğunlukla Trakya ve Marmara havzasını kendilerine yerleşim alanı olarak seçtikleri tespit edilmektedir.

2.1934-1938 Dönemi İskan Çalışmaları:

1930’ların başından itibaren gerek Balkan ülkelerinin türdeş etnik bir yapı kurmaya yönelik politikaları ve gerekse 1929 ekonomik bunalımının olumsuz etkileri özellikle Bulgaristan ve Romanya’daki Türk kitlenin göçetme isteğini önemli ölçüde arttırmış ve bunun sonucunda Türkiye’ye yönelik iltica vakaları sıklaşmıştı. İlticaların önünün alınamayacağını gören hükümet, Balkanlardaki Türk kitlenin düzenli ve programlı bir şekilde Türkiye’ye taşınması hususunu düşünmeye başladı. Nihayet 1934 yılı sonunda Bulgaristan’daki Türklerin planlı bir biçimde kitlesel olarak Türkiye’ye al›nacağı yolunda bir karar alındı. Bundan kısa bir süre sonra, 1935 yılı başında Romanya’daki Türk Elçisi Hamdullah Suphi Bey’den toplu göç için yaptığı çalışmaları hızlandırması istendi. Dolayısıyla 1934 yılı sonu ve 1935 yılı başı itibariyle Bulgaristan ve Romanya’dan hükümetin denetim ve kontrolü altında kitlesel göçler başladı.

.a. Göçmenlerin Kabulü:

Bu dönemde gelen göçmenler iskânlı statüde işlem gördükleri için, göçün başlamasından üretici konuma gelene kadar geçen süreç tümüyle devlet sorumluluğu altındaydı. Dolayısıyla bu statünün gereği olarak nakliye ve tüm iskân hizmetleri devlet eliyle yapılmış, buna karşılık göçmenler de kendilerine gösterilen mıntıkalara yerleşmekle yükümlü kılınmışlardır. Göçmenlerin kabul ve iskân işlemleri 21 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu’na göre yürütülmüştür. Nitekim bu kanuna göre Türkiye’ye yerleşmek maksadıyla gelen göçmenlerin “Türk ırkından” olması ve “Türk kültürüne bağlı” bulunması gerekiyordu. Bu özelliklere sahip olmayanlar ile “anarşistler, casuslar, göçebe çingeneler ve memleket dışına çıkarılanlar” göçmen olarak kabul edilmeyecekti. Dolayısıyla tüm bu koşulları sağlayan göçmenlere 1934 yılı sonundan itibaren Bulgaristan ve Romanya’daki Türk elçilik ve konsolosluklarından vize verilmeye başlanmıştır.

Bulgaristan’dan gelen göçmenler için hem kara hem de deniz yolu seçeneği mevcuttu. Araba ve trenlerle gelen göçmenler Edirne Kırkağaç’ta karşılanmakta, misafirhanede kayıt ve tescil işlemleri ile sağlık muayeneleri yapıldıktan sonra iskân birimlerine sevk edilmekteydiler. Deniz yoluyla gelenler ise Varna’dan gemilere bindirilmekte ve iskân edilecekleri yere göre

İstanbul Tuzla’ya ya da İzmir Urla’ya indirilmekteydiler. Romanya’dan gelen göçmenler için deniz yolunun dışında başka bir ulaşım seçeneği mevcut değildi. Köstence’den vapurlara bindirilen göçmenler Anadolukavağı’nda karaya çıkarılmaktaydılar. Göçmenlerin indirildikleri bu yerlerin hepsinde birer “tahaffuzhane” bulunmaktaydı. Bu tahaffuzhanelerde Kızılay ekipleri tarafından göçmenlerin temizlikleri,sağlık muayeneleri ve aşıları yapılmaktaydı. Tahaffuzhanelerde ayrıca göçmenlerin ellerindeki paraları Türk Lirasına çevirebilmeleri için banka memurları da görevlendirilmişti.

Tahaffuzhanelerdeki işlemlerin tamamlanmasından sonra göçmenler, misafirhanelere sevk edilmekteydiler. Kayıt ve tescil işlemleri yapılan göçmenlerin burada kaldıkları müddet içerisinde iaşeleri Kızılay tarafından kurulan aşevleri vasıtasıyla temin edilmekteydi. Göçmenler burada tabiiyet beyannamesini imzalayarak bir “muhacir kâğıdı” almakta ve bu muhacir kâğıdı vatandaşlığa kabule değin nüfus hüviyet cüzdanı olarak kullanılabilmekteydi. Göçmenlerin büyük bir kısmının tüm bu işlemleri İstanbul’da yürütüldüğü için, burada göçmenler için bazı ek tedbirler de alınmıştı. Örneğin İstanbul Valiliği tarafından Galata’da teşkil edilen bir büro Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti memurlarına göçmen kayıt ve tescil işlemlerinde yardımcı oluyordu. Diğer taraftan Emniyet Müdürlüğü de göçmenlerin can ve mal güvenliğini sağlamak üzere misafirhanelerin bulunduğu bölgelerde ek emniyet tedbirler almıştı. Yine İstanbul’da misafirhanelerin yetersiz kalması durumunda göçmenleri barındırmak üzere vagonlar tahsis edilmişti.

Misafirhanedeki işlemler tamamlandıktan sonra göçmenler kendileri için tespit edilen iskân mıntıkalarına sevk edilmekteydiler. Yola çıkarılan kafilelere Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ile Dahiliye Vekâleti tarafından görevlendirilen müfettişler eşlik etmekteydi. Sevkiyatlar mümkün olduğu kadar trenlerle yapılmakta, demiryolunun bulunmadığı yerlerde yük arabalarından istifade edilmekteydi.

b. Göçmenlerin İskân Birimlerine Yerleştirilmesi:

Gerek 1934 tarihli İskân Kanunu’nun hazırlanmasına yönelik taslak çalışmaları ve gerekse de Dahiliye Vekâleti Nüfus Umum Müdürlüğü’nün “nüfus kesafeti” ile ilgili araştırmaları bu dönemde göçmen yerleştirilecek iskân mıntıkaları hakkında önemli ipuçları vermektedir. Nitekim her iki çalışmada da toprak kısmı 762.736 km2 olan Türkiye’de km2’ye 20 nüfus düştüğü ifade edilmekte ve bu sayının oldukça yetersiz kaldığı dile getirilmekteydi. Çalışmalara göre nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerler İstanbul ve Doğu Karadeniz’di ve buralar muhacir iskân planı dışında bırakılmalıydı. Km2’ye İstanbul’da 5.672, Doğu Karadeniz’de ise 68 nüfus düşmekteydi. Buna karşılık Doğu Anadolu, Akdeniz, İç Anadolu ve Trakya mıntıkalarının nüfus yoğunluğu oldukça düşük seviyedeydi. Nitekim Doğu Anadolu’da nüfus yoğunluğu 12-15, Akdeniz’de 18, İç Anadolu’da 22 ve Trakya’da 27,5’di. Dolayısıyla muhacir iskân planı için Trakya mıntıkasının tümü, Akdeniz’in ova ve yayla bölgeleri, İç Anadolu’nun sulama imkânı bulunan yerleri ile Doğu’da ziraat ve hayvancılığa uygun bölgeler öncelikli olarak değerlendirilmeliydi. Anlaşıldığı kadarıyla hükümet yaptığı bu çalışmalarla iskân siyasetinin öncelikli hedefini atıl durumdaki toprakları üretime açmak, ekonomiye katkı sağlamak olarak belirlemişti.


1934 yılı sonlarından itibaren kitlesel olarak Bulgaristan ve Romanya’dan gelmeye başlayan göçmenlerin iskân faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde gerek nüfus yoğunluğu meselesinin ve gerekse de güvenlik hususunun önemli ölçüde gözetildiği dikkati çekmektedir. Nitekim göçlerin başlamasıyla birlikte muhacirler öncelikle Trakya ve Doğu Anadolu’ya sevk edilmeye başlandı. Trakya’da Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale vilayetlerine bir yılı aşkın bir süre içerisinde 67 bin göçmen yerleştirildi. 1934 ve 1935 senelerinde Balkanlardan 81 bin dolayında göçmenin geldiği dikkate alınırsa, göçmenlerin büyük bir çoğunluğunun, %82’sinin Trakya’ya iskân edildiği ortaya çıkmaktadır. Geriye kalan 14 bin göçmen ise çoğunlukla Doğu Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Doğuya gönderilen göçmenler Dördüncü Umumi Müfettişlik tarafından hazırlanan programa göre dört mıntıkaya iskân edilmişlerdir. Önem derecesine göre 1-4 şeklinde kademelendirilen bu iskân mıntıkalarından ilki Elazığ, ikincisi Çapakçur ovası (Bingöl), üçüncüsü Elazığ-Muş demiryolunun ve şosesinin onar kilometrelik sağ ve sol tarafları ve dördüncüsü de Diyarbakır-Erzurum ve Palu-Erzincan yolu üzeriydi. Bu planlama doğrultusunda yapılan iskân çalışmaları sonrasında göçmenlerin çoğunlukla Elazığ’a yerleştirildiği tespit edilmektedir. Nitekim Çemişkezek, Palu, Keban, Pertek ve Harput ilçeleri ile bunlara bağlı köylere iskân edilen göçmen miktarı 1935 yılı sonu itibariyle 5.600’dü. Yine aynı dönemde Iğdır’a 1.300, Muş’a 700 göçmen iskân edildi. 1935 yılı sonuna kadar doğuya yönelik yoğun sayılabilecek bu iskân faaliyetleri sonraki yıllarda ivmesini kaybetti. Nitekim tespit edebildiğimiz kadarıyla 1936-1938 arasındaki dönemde Van’a 212 ve Diyarbakır’a 1.369 göçmen yerleştirilebildi.

Doğuya yönelik tüm bu iskân faaliyetlerine karşılık göçmenlerin bir kısmının bölgede kalmadığı, iskân hakkından vazgeçmek uğruna batıya döndüğü dikkati çekmektedir. 1935 yılında Muş’a sevk edilen 700 göçmenin daha bir yıl dolmadan iskân yerlerini terk ederek Çorum’a gelmeleri bu duruma dair önemli bir örnektir. Göçmenlerin bu şekilde hareket etmeleri tabii ki sebepsiz değildi. Nitekim bu hususta Birinci Umumi Müfettişlerinden Hilmi Ergenen şu tespitlerde bulunmaktaydı: “…Hariçten getirilecek ırkdaşlarımızın mıntıkanın lüzumlu yerlere yerleştirilmesine dayanan bu iş fedakârlık getirmektedir. Bölgeye ayrılan ödenekler azami tasarrufla idare edildiği halde, az sayıda getirilen muhacirlerin yerleştirilmesine dahi cevap vermeyecek miktardadır… Bölge halkının bir kısmı yapılan olumsuz propagandalar yüzünden muhacirlere sıcak bakmamaktadır. Yurdumuza getirilen muhacirlerin geldikleri yere göre daha iyi şartlarda yaşaması gerekmektedir...” Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere göçmenlerin batıya gitmesinin başlıca sebebi iskâna ayrılan tahsisatın yetersizliği ve bölge halkının göçmenlere yönelik olumsuz bakışıydı. Bunlara ayrıca göçmenlerin bölge iklim ve coğrafyasına uyum sağlayamamaları, tevzi edilen toprağın verim kabiliyetinin düşük olması da eklenebilir. Doğudan batıya gelen göçmenler mevzuata göre “iskân hakkından” vazgeçmiş oldukları için, serbest göçmen statüsünde işlem görmüşler ve o zamana kadar kendileri için yapılan tüm iskân masrafları geri alınmıştır.

Bu işlem 1934 İskân Kanunun 15.Maddesinin 5. Fıkrasına göre yapılmıştır: “İskân yardımını bırakarak serbest iskân isteyenlere, verilmiş olan yapılar ve topraklar veya yapılan masraflar peşin olarak geri alınmak şartile Dahiliye Vekilliğince serbest iskâna izin verilebilir.” İskân Kanunu, s. 13.

Kitlesel göçün ilk yılı içerisinde gelen göçmenlerin çoğunlukla Trakya’ya iskânı ve dolayısıyla bu mıntıkanın “artık göçmen kabul edemeyecek” bir duruma gelmesi üzerine, 1936 yılından itibaren gelecek göçmenlerin Ankara, Yozgat, Kayseri, Niğde, Adana, Konya ve İzmit’e iskânı kararlaştırıldı. 1936 yılı ortalarında alınan ikinci bir karar ile de göçmen iskân mıntıkalarının sayısı arttırılarak Tokat, Çorum, Bilecik, İçel, Aydın, Muğla, Isparta, Burdur, Manisa, Denizli, Antalya, Balıkesir, İzmir, Elaziz, Van, Muş, Diyarbekir, Ağrı, Kars ve Sivas’a da göçmen sevk edilmesi kararlaştırıldı. Nitekim bu karar gereğince 12 bin göçmenden 1.434’ü Tokat’a, 3.703’ü Kayseri’ye, 2.228’i Yozgat’a, 1.181’i Çorum’a, 2.452’si Konya’ya, 698’i Niğde’ye ve 203’ü de Bilecik’e iskân edildi. Geriye kalan yaklaşık 15 bin göçmen ise bunların dışında kalan vilayetlere yerleştirildi.

1937 yılında gelen 26 bin50 göçmenin önemli bir kısmı İzmir, Aydın, Manisa, Bursa ve Bilecik gibi Batı Anadolu vilayetlerine iskân edilirken, geriye kalan küçük bir kısım da Niğde, Sivas, Amasya ve Diyarbakır’a yönlendirildi. 1938 yılında Türkiye’ye giriş yapan 20 bin52 göçmen ise çoğunlukla Orta Anadolu’ya, Çorum, Yozgat ve Niğde vilayetlerine yerleştirildi.

1934-1938 aras›ndaki dönemde Balkanlardan iskânlı göçmenlerin yanı sıra 14 bin civarında “serbest göçmen” de gelmiştir. Bunlar iskân yardımı almamayı taahhüt ettikleri için, iskân programına bağlı kalmaksızın istedikleri mıntıkaya yerleşmişlerdir. Dolayısıyla serbest statüdeki göçmenlerin nerelere yerleştiği hakkında bir tespitte bulunmak oldukça zordur.

Kitlesel göçün ilk dönemlerinde başta mesken olmak üzere gerekli iskân hazırlıkları tam olarak yapılamadığı için, göçmenler evleri inşa edilene kadar yerli halkın yanına geçici olarak yerleştirildiler. Bu geçici iskân döneminde göçmenlerin iaşe ihtiyaçları yerel idare tarafından karşılandı. Nitekim bu dönemde 12 yaşından küçüklere 60, 12 yaşından büyüklere de 120’şer kg. yemeklik buğday tevzi edildi. Yine ayrıca özellikle doğudaki göçmenlere yakacak yardımı yapıldı.

Hükümet gelen göçmenlerin sağlık sorunlarıyla da yakından ilgilendi. Özellikle en yoğun göçmen nüfusu bünyesinde barındıran Trakya bölgesinde Kızılay vasıtasıyla “göçmen hastaneleri” açıldı. Çorlu, Keşan ve Gelibolu’da açılan toplam 80 yataklı üç hastanede 1936-1937 arasında 12 binin üzerinde göçmen muhtelif hastalıklara karşı tedavi edilirken, bu hastanelerde 58 bin liranın üzerinde masraf yapıldı. Sıhhat ve İçtimaiye Muavenet Vekâleti de yine bu bölgede salgın hastalıklara karşı bir doktor ile dört sıhhiye memurundan oluşan seyyar bir sağlık ekibi görevlendirdi. Hükümet Trakya’nın yanı sıra doğuda, özellikle de Elaziz’de görevlendirdiği sağlık ekipleri vasıtasıyla salgın hastalıklara karşı tedbir alınmasını sağladı.


c. Göçmenleri Üretici Konuma Getirmeye Yönelik Çalışmalar:

c.a. Toprak Dağıtımı:

İskân edilen göçmenlerin çoğu çiftçi olduğu için bunların üretici konuma getirilmesi hususunda öncelikle toprak dağıtımının yapılması gerekiyordu. Nitekim bu konu ile ilgili çalışmalar 1934 İskân Kanunu’na göre yapılmıştır. İskân Kanunu’na göre menşei ve cinsi ne olursa olsun bütün “millî” topraklardan, mera, baltalık ve fundalık gibi ortak mal hüviyetindeki ihtiyaç fazlası topraklardan, orman niteliğini kaybetmiş yerlerden ve hükümetçe istimlak edilecek çiftliklerden göçmenlere ziraat için yer verilmesi öngörülmüştü. Söz konusu arazilerin dağıtımında ise şu esaslara uyulacaktı: İki nüfuslu ailelere verim düzeyi yüksek topraklardan 30-45, orta verimli topraklardan 45-60 ve düşük verimli topraklardan da 60-90 dekar tarım arazisi verilecek, ikiden fazla her nüfus için de sırasıyla 10-15, 15-20 ve 20-30 dekar arasında bir ilave yapılacaktı. Yine göçmenlere bahçe olarak 6-15 dekar arasında bir toprak verilecek, ikiden fazla her nüfus için de 2 dekarlık bir artırım mümkün olacaktı.

Tüm bu esaslar dahilinde iskânlı statüdeki göçmenlere 1935 yılından itibaren toprak dağıtılmaya başlandı. İlk zamanlarda dağıtılan toprakların büyük bir kısmı mera, fundalık ve baltalık gibi ham, diğer bir ifadeyle ziraata yeni açılan araziden oluşuyordu. Dolayısıyla bu toprakların işlenmesi ve bir an önce mahsul verebilecek hale getirilebilmesi de ancak tarımda makineleşme ile mümkündü. Ülkenin mevcut bütçe imkânları bunu kısa sürede sağlamağa yetmediği için, göçmenler geleneksel yöntemlerle ziraat yapmak zorunda kaldılar. Bu durum doğal olarak göçmenlerin üretici konuma gelme süresini oldukça uzattı. Hükümet mevcut sorun karşısında ham arazi ile birlikte önceki senelerde işlenmiş topraklardan da belli bir miktarda göçmenlere verilmesinin uygun bir çözüm yolu olacağına karar verdi. Söz konusu kararın tatbiki için de hızlı bir biçimde istimlâk çalışmalarına başlandı. Nitekim bu çalışmalar özellikle Trakya’daki büyük çiftlikler üzerinde yoğunlaştırıldı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla 1935 yılı başında sadece Tekirdağ’da 12 adet çiftlik devlet tarafından satın alınarak, göçmenlere tevzi edildi. Yine Ayrıca Çorlu ve Silivri’de istimlâk edilençiftliklere göçmenler yerleştirildi. Trakya dışında Batı Anadolu’da, özellikle İzmir ve çevresinde satın alınan bazı çiftliklere de göçmen iskân edildiği tespit edilmektedir.

c.b. Tohumluk, Zirai Araç-Gereç, Hayvan ve Sermaye Yardımı;

Göçmenleri bir an önce üretici konuma getirmek isteyen hükümet, kitlesel göçün başladığı daha ilk günlerde tohumluk yardımı ile ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirdi. Nitekim 23 Aralık 1934 tarihli kanun ile Ziraat Bankası vasıtasıyla göçmenlere “zincirleme borçlanma” usulüyle iki yıl vadeli, bir milyon lira tutarında tohumluk buğdayın dağıtılması hususu karara bağlandı. Kanuna göre iki yılın sonunda borcunu ödeyemeyecek durumda olanların borçlarının iptali Bakanlar Kurulu kararı ile mümkün kılınmıştı. 1936 ve 1937 yıllarında kabul edilen iki kanunla Ziraat Bankası vasıtasıyla göçmenlere dağıtılacak tohumluk buğdayın bedeli önce 2.250.00069 ve ardından da 3.750.000 liraya çıkarıldı.Bu yasal düzenlemelere bağlı olarak 1934 yılı sonundan itibaren göçmenlere tohumluk buğday dağıtımına başlandı. Nitekim 1934-1938 arasındaki dönemde Ziraat Bankası vasıtasıyla 387.357 lira değerinde toplam 7.150.777 kilo tohumluk buğday tevzi edildi.

Hükümet, çiftçi göçmenlerin toprağı işleyebilmesi için gerekli zirai alet ve edevatı da tedarik etmek üzere bazı çalışmalar yürüttü. Nitekim 1936 yılında sadece Trakya’daki göçmenler için 10 bin pulluk siparişi verildi. Ertesi yıl teslim alınan bu pulluklara 5 bin tane daha ilave edilerek, 1937’de tüm Türkiye’deki göçmenlere toplam 15 bin pulluk dağıtıldı. Zirai araç ve gerecin yanı sıra göçmenlere çift ve koşum hayvanları da verildi. Atlar Uzunyayla, Adana ve Kars’tan, öküzler ise Trakya, Çanakkale, Erzurum, Adana ve Sakarya’dan satın alınarak, göçmenlere dağıtıldı. 1937 yılı sonuna gelindiğinde dağıtılan çift hayvanı miktarı 15 bin civarındaydı.

Hükümet kırsal bölgeye yerleşen ve Türkiye’ye gelmeden önce arıcılıkla uğraşan göçmenlere de yardımlar yaptı. Bu kapsamda Trakya’ya yerleşen 100 arıcı göçmene 1936 yılında Ziraat Bankası vasıtasıyla 700 kovan tedarik edildi.

Bu dönemde çiftçi göçmenlerin yanı sıra ticaret ve sanat erbabı göçmenlere de işletme kurabilmeleri için sermaye yardımı sağlandı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu kapsamda 1936’da 11.241,90, 1937’de 7.454,50 lira para dağıtıldı.

d. Barınma Sorununun Çözümü:

Daha önce de ifade edildiği üzere kitlesel göçün başlamasıyla birlikte göçmenler iskân mıntıkalarında yerli halkın yanına misafir olarak yerleştirilmişti. Bu geçici bir çözümdü. Mevcut durumun gerek yerliler ve gerekse de göçmenler açısından sorunlara sebebiyet vermemesi için kalıcı çözüme, diğer bir ifadeyle yeni mesken inşaı›na ihtiyaç vardı. Bu yüzden 1935 yılı başından itibaren en yoğun göçmen iskân mıntıkası olan Trakya’da çalışmalara başlandı. Öncelikle inşaatlarda kullanılacak kerpiçlerin imali için yerli halk ile göçmenlerin imece usulüyle çalışmaları sağlandı. Ardından tuğla ihtiyacını karşılamak üzere 25 kiremit ocağı kiralandı. İnşaat için gerekli kerestelerin bir kısmı Zingal Orman Şirketi vasıtasıyla temin edilirken, geriye kalan kısım Mersin, Bolu, Bozüyük, Bafra, Adapazarı ve İnegöl gibi yerlerden sağlandı. Tüm bu hazırlıklar sonrasında ustalar ve marangozların denetiminde göçmenlerin bizzat çalışmaları suretiyle meskenlerin inşasına başlandı.

Trakya’daki göçmenlere yönelik bu inşaat çalışmaları beklenenden uzun sürdü. Tabii bu arada ülkedeki göçmen sayısı gün geçtikçe artıyordu. Trakya’daki mesken inşaatlarının öngörülen sürede tamamlanamaması üzerine göçmenlerin bizzat çalışması esasına dayanan yöntem terk edildi ve 1936 yılından itibaren göçmen evlerinin ihale yoluyla inşa ettirilmesi usulü benimsendi. Bunun için öncelikle yerel ve ulusal gazetelere ilanlar verildi. Söz konusu ilanlarda işçilik ve malzemenin müteahhide ait olacağı ve ihalenin “eksiltme” yöntemiyle yapılacağı duyuruldu. Gazetelerden takip edebildiğimiz kadarıyla bu koşullarda çıkılan ihalelerin büyük bir kısmı “talipli zuhur etmediği” gerekçesiyle defalarca yenilendi, ama yine de “talipli” çıkmadı. Bu durumda ihale yönteminden vazgeçildi ve masrafları tümüyle devlete ait olmak üzere mesken inşaatların “emaneten”müteahhitlere bırakılması yoluna gidildi.

Emanet usulüyle 1936 yılında başlatılan mesken yapım çalışmaları bir süre sonra kereste temininde yaşanan zorluklardan ötürü durma noktasına geldi. Bu durumda hükümet yurt dışından ve özellikle de Romanya’dan kereste temin edebilmek için 10 Ağustos 1937’de bir kanun çıkarttı. Bu kanuna göre göçmenler tarafından Romanya’dan getirilecek 5m3’e kadar olan keresteler tüm vergilerden muaf tutulacaktı. Bu kanunun yürürlüğe girmesinin ardından ülkeye yeterli miktarda kerestenin girmeye başlaması ile birlikte mesken inşaatları hızlandırıldı ve tamamlanan evler göçmenlere kademeli olarak teslim edilmeye başlandı. Mesken inşasına yönelik tüm bu çalışmalar neticesinde sadece 1934-1937 döneminde göçmenler için 18 bin dolayında ev inşa edildi.

Bu dönemdeki göçmen yerleşimleri mevcut köylere ekleme yapmaktan ziyade müstakil köy kurmak esasına dayanıyordu. Kurulan köylerde genellikle geniş ve ağaçlı bir meydan bulunmakta, bu köy meydanında dükkânlar, doğum evi ve cami yer almaktaydı. Köyün hemen dışında ise okul, numune tarlaları ve spor alanları bulunmaktaydı. Doğu Anadolu’nun dışında kalan yerlerdeki evlerin mimari tarzı hemen hemen aynıydı. Çoğunlukla iki veya üç oda, bir depo, bir ahır ve bir tuvaletten oluşan evler tek katlı ve çatılıydı. Doğuda inşa edilen evler ise iki katlı olup, evlerin zemin katında bir hol ve bir oda, üst katta ise bir sofa ve yine bir oda yer almaktaydı. Ahır ve samanlıklar ise evin hemen bitişiğindeydi. Göçmenler kendilerine verilen evlerin bedelini 28 yılda ödemekle yükümlü tutulmuşlardı. Buna göre ilk sekiz yıl hiç ödeme yapılmayacak, borç bu dönemi takip eden 20 yıl içinde aylık taksitler halinde ödenecekti. Bu dönemde yapılan evlerin ortalama 500 liraya mal olduğu dikkate alınırsa, göçmenler yirmi yıl boyunca devlete aylık olarak yaklaşık 2 liralık bir ödemede bulundukları ortaya çıkmaktadır.


Yrd. Doç. Dr. Önder DUMAN Giresun Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü (2009)



 
 
 

Comments


©2021, Hasan Parlar tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page