top of page

AKŞEHİR GÖLÜNDE KAZ AVI

AKŞEHİR GÖLÜNDE KAZ AVI:

1984 Aralık ayı. Pazarkaya’da bulunan arkadaşımız Osman Akarçay’ın evine gitmiştik. Osman, kapısı avluya açılan bir odayı bize ayırdığı için her hafta sonu gittiğimizde, Eskişehir’den getirdiğimiz sünger yatak ve uyku tulumlarımız bulunan bu sıcacık odada kalıyor, yemeğimizi yiyip yatıyorduk.

Sabah da kahvaltımızı yapıp ava gidiyor, av bitiminde tekrar 15 dakika uzaklıktaki eve gelip yemeğimizi yedikten sonra mankeleri ve diğer bazı malzemeleri yine köyde bırakıp avlarımızla Eskişehir’e dönüyorduk.

Osman ile nasıl tanıştığımızı ve Akşehir Gölü kıyılarında yaptığım unutulmaz kaz avlarını “Avcılık Avlanmaktan Fazlasıdır” kitabımda detaylı olarak anlatmıştım.

1984-1985 Av Mevsiminde avcı başına günlük kaz avı limiti 10 idi ve enteresandır, fotoğraftaki bu avda ve bir sonraki avda üst üste iki haftada grup olarak, yani 4 avcı, eşit sayıda, toplamda 26 şar kaz avlamıştık. Sağolsun, Osman bizi evinde kaldığımız her zaman çok rahat ettirmişti..

****

İşte yine böyle bir yılbaşı arifesinde, 1982 yılının son günlerinden birinde av yapmak üzere ağabeyim Kutlu, Ziya Akıncı ve ben öğleye doğru Eskişehir'den çıkıp Bolvadin üzerinden Derekarabağ, Üçkuyu yoluyla Akşehir Gölü'nün kuzeyindeki ağılların olduğu bölgeye geldik. Saat 14:00 civarı, günbatımına 3 saat civarı kalmış. Yolun kıyısında koyun otlatan bir adam gördük, durduk, niyetimiz kazı sormak, ama arabadan indik ki felaket bir günyeli var. Neyse ki yerler kuru, kar ve çamur yok, hava bulutlu ama yüksek, arabanın içindeyken anlaşılamayan bir rüzgar ortalığı kavuruyor, insanın içine işliyor, sanki üzerimizde hiçbir şey yok.

Çoban sandığımız adamla selamlaştık. Biraz sohbet ettikten sonra konuyu açtık; “Kaz görünüyor mu hemşerim?". Adının Halil Karakaya olduğunu sonradan öğrendiğimiz adam meğer sürünün sahibiymiş ve köyün de ileri gelenlerindenmiş. "Yok." dedi. "Birkaç gün öncesine kadar çok kaz vardı, ama iki gündür görünmüyorlar."

Ağabeyim, Halil Ağa ile konuşurken ben de elimdeki dürbünle 1 km kadar mesafedeki gölü seyrediyordum ki, göl kıyısında uzaktan karga gibi görünen kuşların alt alta, üst üste, karmakarışık uçmaya çalıştıklarını gördüm. "Uçuşları da kaza çok benziyor." diye düşündüğümü hatırlıyorum bir an için. Birden beynimde şimşek çaktı: "Kazlar..."

Şiddetli rüzgarın etkisiyle kazların bir kısmı gölden kalkarak hemen kıyıdaki tarlalara iniyor, bu arada tarladakilerin bir kısmı da alçaktan, belki de 3-4 metre yükseklikten göle dönüyordu. Görmeyenin inanmayacağı bir trafik yaşanıyordu kıyıda. Hemen herkes dürbünleri aldı, bu doyumsuz manzarayı içine sindirerek seyretti. Derken kendimize geldik, telaş başladı, bu arada Ziya kaşla göz arasında o gece Akşehir'deki otelde kalma fikrinden vazgeçmiş, Halil Ağa'ya "Bu gece sende misafiriz, yemek içinde bir şeyler hazırlarsın artık." diye durumu ayarlamıştı bile ama o an için Ağabeyim ve benim ise bu rezervasyondan haberimiz yoktu.

Arabaya atladık, belli bir yere kadar kazlara sokulduk, yanımıza sadece tüfeklerimizi ve fişeklerimizi alarak, kahverengi toprak kamuflajlarımızı ve başlıklarımızı üstümüze giyinerek araziye daldık. Herkes kendini ya bir ana, ya bir ot dibine veya çamurda oyulmuş eski bir traktör izine attı. Biz sokuldukça kazlar kalktığından yerlerimize yerleşinceye kadar fişek atamasak da herkes bir kenara saklandığında 5 dakika geçmeden posta posta kaz üzerimizde gezmeye, dolayısıyla tüfekler patlamaya başladı. Düşen kazları toplamaya gitmeden herkes yattığı yerden atış yapıyordu. Ayağa kalkıp görünürsek üzerimize bir müddet kaz gelmiyordu çünkü, öbür türlü düşen kazın yanına konmaya gelen kaz bile oluyordu. Bu arada kuru ayazın içime işlediğini hissediyordum. Sanki üzerimizde yün değil file giysiler vardı, ama yaşadığımız öyle anlatılmaz bir zevkti ki bunu ancak avcılar anlayabilir...

Kaz giderek seyreldi, hava kararmaya başladı, ama hepimiz limitlerimizi zaten doldurmuştuk. Her avcı yüklendiği bir sırt kazla arabaya döndü, neşeyle konuşarak 3-5 dakika içinde Halil ağanın ağılına geldik. Bu arada Ziya ağılda kalmak için Halil Ağa ile konuştuğunu ve bizi misafir edeceğini söyleyince nasıl bir durumla karşılaşacağımızı bilmediğimiz için ağabeyim ve ben muhalefet ettik, sonra "Neyse, bir görelim, beğenmezsek Akşehir'e gideriz." dedik. Arabayı park ettik, ağılın bitişiğindeki kerpiç kulübeye girerken ayakkabılar çıktı, içeri girdik, bir de ne görelim, tertemiz, pırıl pırıl bir kulübe, yerler kilim, ortada koca bir halı, üzerinde puf puf minderler, kenarları yastık döşeli, lüks yanmış, içerisi ışıl ışıl, hele soba bir yanıyor ki boru kıpkırmızı olmuş, kamıştan yapılmış ve toprakla sıkıştırılmış damı olan kulübe bize o an cennet gibi geldi. Ortadaki tepside koca bir tencere patates yemeği ve bir tabak dolusu turşu, ayrıca kırmızı acı biber. Sobanın üstünde çaydanlık cızırdayarak kaynıyor, bir taraftan da Halil Ağa yufkaları ısıtıyor...

Biraz sonra dünyamız değişmişti; ısınmış, karnımız doymuş, hele çayları da içince ayazdan çıkmanın ve günün yorgunluğu üzerimize çökmüş, uykumuz gelmişti. Biz son sohbetleri yaparken Halil Ağa tertemiz yatak ve çarşafları elleriyle serdi, yönlü yorganları hazırladı, sabah programını yaptıktan sonra uykuya daldık.

Uykudan Halil Ağa'nın tıkırtısı ile uyandık. Yanımızda bulunan yiyecekleri de kulübedekilere ilave ederek büyük bir keyif içinde mükellef bir kahvaltı yaptık. Düşünsenize; az sonra kaz avına çıkacaksınız ve avlakla aranız 500 metre, bilemedin 1 km yani 10 dakika.

Nitekim az sonra bir gün önceki gibi, hatta daha iyi olacağını düşündüğümüz yerlerdeyiz. Hava oldukça soğuk ama bir gün önceki rüzgardan eser yok, hafif bir esinti, o kadar. Derken hava daha aydınlanmamıştı ki gölden bir cayırtı koptu. Muazzam bir kaz sürüsünün kalktığı anlaşılıyordu. Birkaç dakika sonra üzerimizden, ama çok yükseklerden binlerce kaz, alay alay Altınova'ya doğru geçmeye başladı. Bu arada seyrek gelen ufak kaz gruplarından üzerimize uğrayanlara da biz fişek atıyorduk. Yaklaşık 45 dakika gölden kaz çıktıktan sonra kıyıya tek tük gelen kazlar da kesildi.

Bir gün önce tesadüfen gördüğümüz kazlarla gayet güzel avlanmış, o gün ise büyük bir ümitle başlayan avımız birkaç kazla sonuçlanmıştı.

Kaz avı böyleydi işte. "Kaz avı, hava avıdır” sözünün doğruluğu bir kere daha ortaya çıkarken biz yılbaşı menüsünü kurtarmış olmanın mutluluğu ile eve dönüyorduk. Halil Ağa ile dostluğumuz yıllarca devam etti. Yanına çok uğradık, misafir kaldık, bayramlarda haberleştik ve ne yazık ki bu değerli dostumuzu erken kaybettik. O zamanlar küçük bir çocuk olan oğlu İbrahim ile hala her kaz mevsimi haberleşiyor ve hep aynı cevabı alıyoruz: "Kaz yok ağabey."


İnan Vardar-Diş hekimi-Eskişehir (Barut kokusu adlı siteden alınmıştır)





Fotoğraf: Pazarkaya da Osman Akarçay'ın evinde

 
 
 

Comments


©2021, Hasan Parlar tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page